Ramazan, Kur’an ve Bayram

 

Zaman, güneşin secdeye varacağı âna kadar emrolunduğu gibi akıp gitmektedir. Zaman bu şekilde akıp giderken insan da yaşadığı salih günlerin önemli hatıralarını yâd etmektedir. Kimi hatıraları, kendisi için ileriki hayata (ahirete) yönelik salih amellerini çoğaltma istikametinde şevkini arttırıcı güçlü bir etkide bulunmaktadır. Bu da bize bundan sonrası için teselliden de öte sevinilecek salih ve muslih zamanların yaşanması gerektiği hakikatını göstermektedir.

Ramazan-ı Şerif de, insan hayatında salih ve muslih zamanların yaşanabileceği en münbit ve en münasip mevsim olarak dua, tazarru, zikir, tilavet ve kulluğun diğer çeşitleriyle kalbin Allah’ın subhanehu ve teâlâ rızasına müteveccih kılınması gereken eşref ayıdır.

Ramazan-ı Şerif her bir mümin için bundan sonra yaşanılacak zamanın nasıl daha hayırlı, bereketli, güzel ve insanın yaratılış amacına uygun bir şekilde yaşanılacağı hususunu yeniden hatırlatan bir ihtar ve ihyâ mevsimidir.

Ramazan-ı Şerif mevsimi; orucu, teravihi, Kadir gecesi, Kur’ân-ı, tilaveti, ibadeti, mükemmelleştirilmeye çalışılan ubudiyeti ve adetâ Reyyan kapısına varmış olmanın tadımlık bir sevinç efiltisini de barındırmaktadır.

Ramazan-ı Şerif ayı, geçen on bir ay boyunca ‘Kur’an ve Sünnet’e ittiba’ söylemini dilinden düşürmeyenlerin Kur’an’a ve Sünnet’e karşı vefasızlıklarını da ortaya koyan bir Şehr-î Fadıha’dır.

Bağışlanmak ve kulluğu güzelleştirmek için birçok vesileyi ihtiva eden Ramazan-ı Şerif ayı; Kur’an’ı gereği gibi anlamayı, Kur’an’ı okurken bizzat kendi öz nefsini muhatap kılmayı, Ramazan orucunu bütün azalara hakkıyla tutturabilmeyi, her geceyi Leyletu’l Qadr bilmeyi, namaz ve duadaki tevazuyla Allah subhanehu ve teâlâ katında izzetlenmeyi, kalbi cennet ehlinin mesrûriyetiyle muştulayan hakiki sevincin ancak ve yalnızca yüce Allah’a kulluk sonrasında yaşanabileceğini anlatır bize.

Kur’an ayı Ramazan; gecesiyle, gündüzüyle kazanç ve fırsatlarla dolu bir aydır. Biraz daha dikkat ettiğimizde şunu görürüz ki, bu ayda sair insanlarla olan ilişkilerimiz aslında göründüğünden daha farklıdır. Ramazan ayının mânevî atmosferi zahiren müşahade edilen olay ve hadiselerin ruhumuza fısıldadığı uhrevîliği ve mânâ dolu ihtişamı da göstermekte, Allah’a subhanehu ve teâlâ daha yakın olabilmek için atılan adımlar her bir müminin ruhunda daha derinden hissedilmektedir.

Ramazan-ı Şerif ayı, artık kurumaya, çatlamaya ve akîm (neticesiz) kılınarak hayırlardan mahrum kalmaya yüz tutmuş gönülleri adetâ sulamakta, yeniden yeşertmekte ve faydalı meyveler verir hâle getirmektedir.

Ramazan-ı Şerif ayı, Tevhid ve Sünnet nizâmını hayatın merkezine koyan ve hayata Tevhid ve Sünnet nizâmının içinden bakan bir mümin için, İslam’ı hayatlarının birçok alanından çıkaran/kovan kara kalabalıkların dipsiz gayya kuyusu misâli tatminsizlikleri ve tanımlamakta zorlandıkları tedirginlikleri müşahade etmekle; hidayetin şu dünya hayatında en büyük nimet olduğu şuuruyla ân be ân şükrünü arttırarak “Hatırlayın ki Rabbiniz size : Eğer şükrederseniz, elbette size (nimetimi) arttıracağım…” şeklindeki rabbanî vaade mazhar kılınmakla beraber “…ve eğer nankörlük ederseniz hiç şüphesiz azabım çok şiddetlidir!” [1] uyarısını da tüm benliğinde hissettiren ve mümin için ayrıca motivasyon kaynağı olan bir aydır.

Ramazan-ı Şerif’in zihinleri berraklaştıran ve ruhları terbiye eden eğiticiliği, mümin kişide her biri tuğla kalınlığında onlarca cilt kitap okumanın oluşturduğu etkiden daha sahih, daha öğretici, daha kalıcı ve doğrudan fıtrata hitap ettiği için daha doğaldır.

Rasûlullah’ın sallallahu aleyhi ve sellem Kur’an ve cömertliği ön plana çıkardığı Ramazan ayında orucu nasıl anlattığına ve oruçtaki gizli hikmetlere muttali olmaya yönelip yoğunlaşma zamanıdır, Ramazan. Geçmişteki sahur hatıralarının şimdiki çocuklara aktarıldığı, iftar heyecanının yaşandığı, teravih namazında mümin toplulukla beraber bulunma saadeti, şeytan ile enis-u cenisleri için daralan fakat mümin için genişleyen zamanda esaslı bir nefis muhasebesinin yapılması ve bir dahaki Ramazan’a kavuşmayı ümid ederek ilerideki on bir ayın da nasıl ramazanlaştırılabileceğinin hesabının yapıldığı bir muhasebe ve murâkabe ayıdır Ramazan.

Tevhid ve Sünnet nizâmına gönül vermiş Muvahhidlerin Ramazanı’nda yeryüzündeki bütün müminler arasındaki uzaklıklar yakınlaşır, sınırlar kayboluverir, her mümin kendisini adetâ aynı saftaymış gibi hisseder, müminlerin biri diğerinden habersiz aynı ayetleri terennüm eder, aynı duygu seline kapılır… Öyle ki, mümin kişi Allah’a subhanehu ve teâlâ takdim ettiği kulluğun güzelliği, ümidi ve hayalleriyle muvazî (paralel) olarak melekût âleminde göklerin sırlarına açık ruhlarla murafakat (arkadaşlık) etmeye başladığını zanneder.

Muvahhidlerin Ramazanı’nda hayatın tümüne renk veren ve hiçbir zaman tamamen bitmeyen bir uhrevîlik heyecanı çağlar.

Ramazan ayındaki orucun üç yönü vardır:

1 Aşırı ihtiraslardan uzak bulunmak ve tam bir kanaat sahibi olmakla elde edilebilen ruhsal dinginlik.

2. Heva ve heveslere aykırı hareket etmekle birçok afetten korunmayı sağlayan aklî olgunluk.

3. Yeme, içme ve her türlü harama karşı emrolunan meşru ve makul sınırı koruyup perhizkâr olmakla ulaşılması umulan nefsî tezkiye.

Ramazan’da Kur’an ve Biz

Şüphesiz ki Kur’an-ı Kerim bir öğüt, bir zikir ve bir uyarıcıdır. Kur’an-ı Kerim’in ölü kalplere dahi hayat veren faydalarından istifade edebilmek için, gönüllerin Kur’an’a karşı açık olması zorunludur. Göz eğer Kur’an’a dikilmiş ve kulak da pür dikkat ona kesilmişse gönüle giden yol da açık tutuluyor demektir. Allah subhanehu ve teâlâ şöyle buyurmaktadır:

“Şüphesiz ki bu Kur’an, kalbi ona açık olanlar ve gözünü ona dikip kulak verenler için bir öğüttür.” [2]

Özellikle içinde bulunduğumuz Ramazan ayının fıtratı coşturan mânevî atmosferinde okunan Kur’an, damardan yapılan iğnenin kısa sürede kana karışması gibi kalbin en derin kıvrımlarına nüfûz etmelidir. Kur’an-ı Kerim’i okuyan yahut dinleyen kimse, okunan ayetler üzerinde düşünmeli ve ondan bir takım esintiler duyabilmelidir.

Davetçi olsun ya da olmasın, her bir müminin günlük vird olarak, telefonla konuşma süresi veya internette geçirdiği vaktin bir kısmı yahut mesaj yazarken harcadığı zamanın bir bölümü kadar dahi olsa insanlar için hidayet rehberi ve kalplere şifa olan Kur’an-ı Kerîm’i tertil üzere okuması gerekir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur :

“İki kimseye gıbta edilir. Birisi Allah’ın kendisine Kur’an verdiği kimsedir ki, gece gündüz onunla meşgul olur. Diğeri de, Allah’ın kendisine mal verdiği kimsedir ki, gece gündüz onu (Allah yolunda) sarfeder.” [3]

“Kur’an’ı seslerinizle süsleyiniz.” [4]

Ramazan ikliminde okunan Kur’an, kişinin bizzat kendisinde fevkalâde bir mesruriyetin neşv-û nemâ bulmasına vesile olur. Kalplere şifa olan Kur’an, okunduğu yere huzur ve mutluluk getirir ve oraya Allah’ın rahmeti iner.

Gam ve tasalarını dağıtmak, umutsuzluklarını silmek ve ümidini canlı tutmak, şeytanın vesvese ve telbisatlarından sıyrılarak cinnî ve insî şeytanların şerrinden korunmak isteyen kimse şu Ramazan-ı Şerif ayında her zamankinden birkaç kat daha fazla Kur’an’la vakit geçirmeli, Kur’an’ı sesiyle ve zamanını da Kur’an’la süslemelidir.

Anlayarak, anlamlandırarak, özümseyerek ve ihlas üzere yaşayarak okunuyorsa Kur’an, o kalpte ve her nerede okunuyorsa o yerde hayır ve bereket vardır. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:

“Kur’an okunan evin hayrı artar. Böyle evlere melekler toplanır, şeytanlar uzaklaşır. İçinde Kur’an okunmayan evlerin hayır ve bereketi az olur.” [5]

Allah subhanehu ve teâlâ katında ecrinin artmasını ve değerinin yükselmesini arzulayan bir mümin için Ramazan-ı Şerif ayının konumunu geride kalan diğer on bir aya göre şu misalle örneklendirebiliriz. Yılın on bir ayı çok basamaklı bir merdiven olarak düşünülecek olursa Ramazan ayı da bu merdivene göre adetâ bir asansör hükmündedir. Mümin kul Allah’ın rıza ve hoşnutluğunu elde etmeye çalışırken yoğunlaştırılmış kısa bir sürede çok daha fazla meratip kat eder ve büyük ecirler kazanıp yüksek dereceler elde etme imkânına kavuşur. O hâlde insanlığın hidâyet rehberi, sözlerin en güzeli, en kuvvetlisi ve en etkileyicisi olan Kur’an’la, bir aylık kısa zamanda yewmud’dîn’de lehimizde hüccet olacak ve bir ömre bedel salih ve muslih günlerimiz geçsin, murafakatımız olsun. Bu arkadaşlık, gönülden kirleri ve gözlerden de günahların izlerini silip süpürsün. Bu arkadaşlık düşüncelere hikmet tohumları saçıp, kalbi semâlar ötesi alemlere revan eylesin.

O Kur’an ki, iki cihan saadetinin yol göstericisidir. Hakkın, hukukun, adaletin, huzurun ve mutluluğun yegâne anahtarı O’nun elindedir. Bütün bir ölü ve donuk alemi tertemiz nefhasıyla canlandıran Kur’an, gönüllerden şüphe ve imansızlık zulûmatını da giderendir.

Ramazan’da veya diğer aylarda olsun, Kur’an’ın olmadığı bir dünyada tek başına ilim dahi bir ukalâlıktır. Böyle bir dünyada iradenin kolu kanadı kırık, beşerî duygular darmadağın, muhakemeler tutarsız ve kuru akıl yalnız başına pek mahir bir aldatıcıdır. Kıraatiyle ve davetiyle yeryüzündeki insanları ‘velveleye’ verir Kur’an. Bu öyle bir velveledir ki, gaflet uykusunda olanları irkilterek uyandırır, tersinden kalkan egoist/bencil ruhlar ile modern dünyanın konforunda çöl serabı misali beyhude bir surette cennetleri arayanlardan (bahtiyarlıktan nasibi olanları) kendine getirir.

Bayram; Cennetin Dünya Hayatındaki Tadımlık Bir Sevinç Efiltisi

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem bayramı bize şöyle tarif etmektedir:

“Bayram günleri yeme, içme ve Allah’ı zikir günleridir.” [6]

Bayramın yeme ve içme günü olması elbette ki şer’î şerifin izin verdiği helal dairesi çerçevesindedir. Bir kısım ulema; bayramlarda sevinci dışa vurmanın İslam’ın şiarlarından olduğunu bildirmişlerdir.

Bir mümin, bayramı tüm benliğiyle yaşayabilmek için Ramazan ayını tam manasıyla idrak ederek geçirmiş olmalıdır. Kalben ve ruhen kendisini daha hafif ve mücehhez hissetmesi ve sünnete ittiba ile hayırlı işlere her zamankinden daha çok iştiyak göstermesi de bayram yapmayı hak ettiğinin delilidir.

Mümin bir fert, fıskı, fücuru, üniformalı ya da üniformasız insî şeytanların telkinlerini, ayartmalarını ve iblisi dahi hayretler içerisinde bırakan ayak oyunlarını iğrençlik olarak görüyor, kendisine yönelik bu türden bir tacizden Allah’a sığınıyor ve böylesi bir aşağılıktan mümin kardeşlerini de haberdar etmek suretiyle doğal bir korunma mekanizmasını faaliyete geçirme iradesini gösterebiliyorsa, bayram onun için de, diğer müminler için de o zaman gerçek anlamda bayram olur.

Her bir mümin, şahsî hayatı adına; zamanını eğer ibadet ve hizmet anlayışı içerisinde geçiriyorsa dünya hayatı genel olarak huzur ve saadet içerisinde geçer. Bunun tabiî bir neticesi olarak akıbeti hayr ve ahiret hayatında da ebedî bayram olan Firdevslere varis olacaktır, biiznillah.

Özellikle de çocuklar bayramın hep bir yönünü bilir ve tanırlar. Birçok İslam beldesinin adetâ mezbahaneye döndüğü günümüzde bayramı tam manâsıyla idrâk edip yaşamak büyükler için tam olarak mümkün olmasa da küçükler açısından değişen pek bir şey olmaz. Zira çocuk bayramın tek bir yüzünü tanır. O da, enerjisi ve harçlığı bitene dek oynamak, eğlenmek, gezip tozmaktır. Bu yönüyle bayramda büyüklere tahmil olunan bir görev de, bayram yapmaktan ziyade bayram yaptırmaya çalışmaktır.

İnsan hatıra arşivine dalıp da çocukluğundaki bayramları anımsadığında, ne ölçüde darlık ve sıkıntı içerisinde olurlarsa olsunlar büyüklerimizin bizlere bayram yaşatma adına gösterdikleri tatlı telaşı ve göze aldıkları külfeti takdirle ve şükranla yâd ediyor.

Her insan için güzel bir hayat yaşamak ilâhî bir lütuftur. Bununla beraber hayatı Allah’ın subhanehu ve teâlâ razı ve hoşnut olduğu bir istikamette güzelleştirmek gibi bir vazifemizin de olduğunu hiçbir zaman unutmamalıyız. İşte bayram günleri de bu vazifenin yerine getirilmesi için çok önemli bir başlangıç olarak görülmelidir.

Bayram günlerinde edinilen mütebessim çehre, ikramda cömertlik, misafirperverlik, müminler arasındaki kardeşlik duygularının en üst seviyeye ulaşması, şefkat ve anlayışın içten olması gibi halleri aynı düzeyde olmasa da geride kalan on bir aya yaymak gibi bir vazifemiz olduğunu da hatırdan çıkarmamalıyız.

Gönülden kaynayan bir bayram sevincine, içten ve kucaklayıcı bir selâma, en kalbî duygularla çehrede beliren bir tebessüme hasret kalmış şehid, mahpus ve esir kardeşlerimizin eşlerine, yetim ve öksüzlere, gariplere, hastalara, çaresizlere, bîkeslere, yeryüzünün doğusunda ve batısında fisebilillah cehd-u gayret içerisinde bulunan muvahhid mücahidlere, ömrü cihad meydanlarında, ilim meclislerinde, zindan hücrelerinde geçen veya cahiliye toplumunun şerâretinden korunmak gayesiyle münzevî bir hayat yaşamak mecburiyetinde kalan tüm mücahid ve müctehid kardeşlerimize tebriklerimizi takdim ederiz.

Bizlere hayat, hidâyet, sağlık ve ebedî esenlik ve mutluluk yurdu cennetin şu geçici dünya hayatındaki tadımlık bir sevinç efiltisi olan bayram nimetini bahşeden Allah’a subhanehu ve teâlâ sonsuz hamd ederiz.

Belirsizliğin hakim olduğu bir dünyada,hüzün, yokluk,hasret, endişe, gönül darlığı ve dertlerle kuşatılmışken dahi bizlere melekût âlemine yâr olurcasına ve rüzgâr gibi cömertlikle ferahlık ve inşirah bulma yolunu gösteren efendimiz ve dostumuz Muhammed’e sallallahu aleyhi ve sellem salât ve selâm olsun.

 

[1]        .     14/İbrahim, 07

 

[2]        .     50/Kaf, 37

 

[3]        .     Buhari, Muslim, (İbni Ömer’den).

 

[4]        .     Ebu Davud, Nesei, İbni Mace, (Berâ bin Azib’den).

 

[5]        .     Dârîmî, Sünen, 2/429-430

 

[6]        .     Muslim, İmam Ahmed (Nubeyşe’den).

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver