Osmanlıda Kadızadeliler Hareketi

 

Allah’a subhanehu ve teâlâ hamd eder, O’nu tesbih eder O’na kulluk ederiz. Salât ve selam O’nun seçtiği son Rasûl’e sallallahu aleyhi ve sellem ailesine ve ashabının üzerine olsun.

Bu çalışmamızda Osmanlı devletinin idari, askeri ve dinî anlayışı üzerine tafsilata girmeden genel bir bakış, özelde ise Osmanlı devletinin sosyal, siyasi, dinî ve kültürel hayatı üzerine büyük etkisi olmuş ve 17. Yüzyıl Osmanlı’nın dinî ve politik hayatına yön vermiş Kadızadeliler hareketi üzerinde durucağız. 1570’lerden 1685’lere kadar yüzyılı aşkın bir dönemde büyük bir dinî hareket olarak ortaya çıkan Kadızadeliler hareketi, bozulmuş hatta neredeyse yok olmuş olan sahih İslam akidesini, yeniden aslına döndürmek; din adına çıkarılmış olan hurafeleri ortadan kaldırmak; artık açıktan işlene gelen büyük günahlardan sakındırmak ( Örneğin; livata, içki, raks gibi fiiller) için ortaya çıkmış bir harekettir.

İmam Birgivi’nin birkaç eseri olmakla beraber o zamanın tarihçileri olan Katip Çelebi, Naima ve Niyazi Mısri’nin yazdıklarının dışında maalesef bu dönemde yaşanan hadiselerle alakalı yeterli bilgiye ve kaynağa sahip değiliz. Bu tarihçilerin yazdıklarına bakıldığında da çoğunlukla sufileri destekleyen yanlı bir tutum içerisine girdikleri fark ediliyor.

Mevcut kaynakların azlığının yanısıra taraflı ve tarihçilikten uzak olarak kayda geçirilen bilgiler, maalesef bu dönemde cereyan eden dinî tartışma ve mücadeleleri gerektiği gibi bize yansıtmamaktadır. Bir diğer önemli husus ise Osmanlı ve İslam tarihi için büyük bir dinî ve sosyal öneme sahip böylesi bir hareket ile ilgili olarak son dönem tarihçilerince henüz ciddi bir takım araştırmaların yapılmamış olmasıdır. Kaleme alınan makale ve risalelerde ise yine 17. Yüzyıl sufiliğinin tepkisine benzer bir üslupla sözde akademik bir takım kırpıntılara rastlamak mümkündür. 

Osmanlı’nın Dinî Tarihine Genel Bir Bakış

Anadolu’nun İslamlaşması, Anadolu’ya Türk boylarının göçüyle hız kazanır. Anadolu’da yaygın olarak faaliyetlerde bulunan tasavvufi tarikatler ve dervişler aracılığıyla insanlara İslam iletilmeye çalışılmıştır. Tasavvuf kültürü de kendine özgü dinî kuralları ile birlikte halkın arasında, sağlıklı bir İslami eğitim görmemiş, medreslerde yetişmemiş bu dervişler aracılığıyla yayılmıştır.

Osmanlı imparatorluğunun kuruluşu üzerine çalışma yapan tarhçilerin hem fikir oldukları husus, medreseli eğitimin ve ciddi bir İslami eğitim ve anlayışın Osmanlı’ya sonradan yerleştiğidir. Bu eğitim sınırlı kalmış ve sufi tarikatlerin çalışmaları yanında destek bulmamış, rağbet görmemiştir. Bu yüzden Ahilik, Mevlevilik, Bektaşilik, Rıfailik, Kadirilik, Yesevilik ve daha sonra da Nakşibendilik gibi tarikatlerin nüfuzu altında Osmanlı’nın sahih bir İslam anlayışının dışında kaldığı söylenebilir. Yine sonradan teşekkül etmiş bulunan medreseler üzerinde ve Osmanlı ilmiye sınıfı arasında yaygın olan bu tarikatlerin nüfuzunu görmek mümkündür. Bununla birlikte, çoğunluğu göçebe olan Türkmenler arasında, eski inançlar kuvvetli bir biçimde yaşamaya devam etmiştir. Bunlar arasında hâlâ babaların itibarlı bulundukları görülmektedir ki, bunlar eski Kam, Ozan ve Şamanlar’ın İslami bir renge bürünmüş takipçileri durumunda idiler. (Prof. Hüseyin Yurdaydın, Türkiyenin Dinî Tarihine Umumi bir bakış, AÜİFD, cilt 19. Ankara 1962, S. 112)

İlhanlı Moğol istilalarından Anadolu’ya kaçan (Alperenler, Alpler, Abdallar) yarı Müslüman, yarı şaman bu gezici dervişler (babalar) Osmanlı Deveti’nin kurulmasında büyük rol oynamışlardır. ( Prof. Fuad Köprülü “İslam Sofi Tarikatlarına Türk-Moğol Şamanlığının tesiri” AÜİFD, K.X. Ankara 1961.)

Fuad Köprülü’ye göre Türk Şamanlığının ilk izlerini, en eski Türk Sufi tarikatı olan Yeseviyye üzerinde aramak mümkündür. Tasavvuf ehli arasında yaygınlık kazanan Kuzey Asya göçebe boylarının şamanlarına has vecdi raksların izleri, bu tarikatların itikadı alt yapılarında şamanist-budist bir takım eğilimlerin olduğunu bize göstermektedir. Türklerin, Batı’ya doğru göç etmeleri 10. Yüzyıldan 14. Yüzyıla kadar devam etti, dolayısıyla İslamlaşma, yüzyıllar boyunca sürdü, böylece Şamanist tesirler aralıksız yenilendi ve şamanlık kudretini de tamamıyla kaybetmedi. ( Prof. Fuad Köprülü “İslam Sofi Tarikatlarına Türk-Moğol Şamanlığının tesiri” AÜİFD, K.X. Ankara 1961.)

Tasavvuf, Osmanlı’ya daha kuruluş aşamasında girmiştir. Fuat Köprülü konu hakkında şöyle bir bilgi aktarır: (Yaşar Ocak’ın ifadesiyle) ‘Türkmenlere Şii eğilimli bir İslamiyet cilası altında, Şamanizm kalıntıları ile karışık fikirler telkin eden syncretiste (fikirleri karıştırma) bir Türkmen babası olan Baba İlyas ile başlayan bu yeni tasavvufi hareket, Halife Baba, İshak Baba, İlyas’ın oğlu Muhlis Paşa, Şeyh Osman ve Hacı Bektaş-ı Veli gibi hâlifeleri vasıtasıyla, özellikle Orta ve Batı Anadolu’da yayılmıştır.’ ( Fuad Köprülü Osmanlı Devletinin Kuruluşu S. 94-102)

O dönemin tarihçilerinden olan Aşıkpaşazade’nin (ö. 90/1495) belirttiğine göre, Osmanlı Devleti’nin kuruluş dönemlerinde Anadolu’da Anadolu Ahileri, Anadolu Gazileri, Anadolu Bacıları ve Anadolu Abdalları adıyla dört dini tasavvufi grup bulunmaktaydı. Bunlardan Anadolu Abdalları, kökenleri itibariyle Yeseviyye Kalenderiyye, Haydariyye, Vefaiyye’ye ulaşan ve genellikle yukarıda işaret edildiği gibi Baba İlyas’ın hâlife ve müritlerinden oluşan bir grup olup, önceleri Babailer daha sonra da Baba Abdal ve Horasan Erenleri adıyla meşhur olmuşlardır. Özellikle yeni fethedilen topraklarda çeşitli tekke ve zaviyeler kurmak suretiyle yayılmışlardır. Bilhassa ilk Osmanlı hükümdarları tarafından desteklenmişlerdir. Bu çerçevede Osman ve Orhan Gazi, Geyikli Baba, Abdal Musa, Kumrul Abdal, Abdal Murad, Abdal Mehmed, Doğulu Baba ve Postnişpuş Baba gibi dervişlerle işbirliği yapmışlardır.

16. Yüzyılda Askerî ve İdari Yapıdaki Çözülmeler

Kanuni’nin son yıllarında hükümdarlık müessesesi bozulmaya başlamış, başa tecrübesiz padişahlar geçmiştir. 3. Mehmet’in, şehzadeleri sancağa gönderme geleneğini bitirmesiyle devleti yönetme tecrübesinden mahrum olan şehzadeler, idari konularda sıkıntılara sebep olmuşlardır. 1. Ahmet döneminde Ekber ve Erşed kanunu çıkarılsa da tecrübesizliğin ve şehzade rekabetinin önüne geçilememiştir. 2. Osman, 4. Murat, İbrahim ve 4. Mehmet çocuk yaşta tahta geçmişlerdir.

İdari yapıdaki bu bozukluk askeri alanda yankı bulmuş, kapıkulları güçlenmiş ve tımar sistemindeki bozukluklar tımarlı sipahilerin önemi azaltmıştır. Sekban ve Levend gibi tüfenkli askeri bir sınıf oluşmuş, fakat bunlar da zaman zaman halkı rahatsız edecek eylemlerde bulunmuşlardır.

Sosyo Ekonomik Yapıdaki Çözülmeler

Tımar sisteminin bozulması Osmanlı askeri sistemini alt üst ettiği gibi ekonomik yapıyı da alt üst etmiştir. Topraktan sağlanan vergiler azalmış, iltizam ve emanet gibi usuller ortaya çıkmıştır. Sadece olağanüstü zamanlarda alınan avarız vergisi sürekli hâle gelmiş ve halkı bezdirmiştir. İran ve Avusturya ile yapılan savaşlar devlet hazinesinin boşalmasına neden olmuş, ağır vergiler konmuştur. Avrupalı tüccarların ülkeye girmesi ve rekabeti arttırması Osmanlı tüccarını olumsuz etkilemiştir. Celali isyanları nedeniyle Büyük Kaçgumluk adı verilen daha güvenli yerlere gitme isteği konar göçer bir hâl almış, Anadolu ve Rumeli’de birçok yer harabe olmuştur. Reaya ve askeri sınıf arasındaki tam ayrılık dengesi bozulmuş, halkın bir kısmı asker olmuştur.

Kanuni devrinden itibaren Osmanlı sosyal ve siyasi hayatında çözülmeler başlamış, bir yandan Celali isyanları toplumsal hayatı tehdit ederken, rüşvet ve adaletsizlik idari kurumun yukarıdan aşağıya bozulmasına neden olmuş, genişleyen imparatorluk sınırları içerisinde toplumsal düzen sarsıntılar geçirmeye başlamıştır. Asker sayısı kadar asker kaçağının bulunduğu bir toplumsal kaos ortamında, devlet ricaliyle uyuşamayan şeyhülislamlar ve din görevlileri azledilirken, (İ. Hami Danışmend, Osmanlı Devlet Erkanı İst. 1972, S. 119-121.) adaleti temin edecek kadılıklar da rüşvetle satılır hâle gelmiştir. ( Koçibey Risalesi)

Osmanlı’nın yükselişini sağlayan değerlerin yozlaştırılmaya başladığı, yönetimde israf ve rüşvetin yaygınlaştığı, toplumun her kademesinde ahlaki gerilemenin hissedildiği bir dönemde etkileyici vaazlarıyla ortaya çıkan Kadızade Mehmed Efendi, yaşananların büyük bölümünü dinden ve özellikle de sünnetten kopmaya ve din adına çıkan hurafelere bağlamayı tercih etmiştir. Literatüre vakıf, pek çok metni ezbere bilen, hazır cevap, hırslı ve mücadeleci kişiliği sayesinde vaizlikte hızla yükselmiş ve söylemlerine temel referans olarak da Kanuni döneminin meşhur ahlak otoritesi İmam Birgivi’nin (Ö.981/1573) et-Tarikatü’l-Muhammediyye adlı eserini kullanmıştır. ( Bir Muhalefet Aracı Olarak Tahric, Ahmed Ürkmez)

Bu çalışmamızın devamında İmam Birgivi’nin söylemlerine, (Osmanlıdaki itikadi sapmayı, tasavvuf ehlinin itikadi ve ahlaki sapmaları, din adına çıkardıkları hurafeleri ve bidatleri) sırasıyla Kadızade Mehmet Efendi, Üstüvanı Mehmed Efendi, Vani Mehmed Efendi karşı cihette ise yer alan tasavvuf ehli, Halveti Şeyhi Abdulmecid efendi, Abdulhad Nuri Efendi, Kürd Molla, Niyazi Mısri Efendi’nin söylem ve itikatlarına da yer vereceğiz ki konuyu ele alış gayemiz açığa çıksın.

Not: Bu çalışmamızda bize yardımda bulunan dava arkadaşlarımızdan Allah razı olsun ve kendilerini cennetine koysun inşallah.

Rabbimizden dileğimiz odur ki bu çalışmamızı kendi dini için bir hizmet aracı kılsın.

Davamızın sonu âlemlerin Rabbine hamd etmektir.

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver