Nadide Post

Son nefesini vermek üzere olan bir hastanın bitkinliği ve bitik bir sesle konuşuyordu.

__ Bizler çok acı çektik. Bizim yaşadıklarımızı hiç kimse yaşamadı. Karşısındaki genç adam her zamanki gibi sükûnetle dinliyordu onu. Sık sık anlatırdı böyle, geçmişte yaşadığı çile ve eziyetleri.

Ağrıların göğüslerde inlediği nice geceler yaşamıştı Cemal. Örgütlü ya da devletli azgınların tapınaklarında tanrılaştıran tağutlara kurban edilmiş gibiydiler.

Göğüsleri çatlatan, o denli kalleş ağrılardı ki tuğyan, azgınlık, zulüm ve ihanet; tüm genişliğine rağmen yeryüzünü daraltmıştı mazlumlara.

Korku, herkesin yüreğinin en derinlerini mesken edinmişken volkan misali cesaretle putlaşmışlardı küfür çetelerinin üzerine.

Kesif bir ölüm korkusu sinmişken her yere, izzet ve zafer ümidi yeşertmişlerdi kardelen misali. Murabıtların gözlerinden artık sevinç alameti olan serin ve ferahlatıcı gözyaşları süzülüyordu.

Şehirlerin ve köylerin girişlerinde insanı hemen kuşatıp içine çeken buz kesmiş bir ürperti karşılardı o günlerde herkesi.

Her adım attığında bir sonraki adımını ebedi esenlik cennetlerine doğru atabileceği ümidi, beklentisi ve dileğini sürekli olarak canlı tutmaya çalışıyordu o zamanlar.

Filinta gibi delikanlıydı Cemal. Dava uğruna, genç yaşına rağmen sayısız dünya nimetlerinden yüz çevirmişti. Varlıklı ailesinin ölçüsüz tepkileri ve baskılarından bıkmış, kalabalıklar arasındaki yalnızlığına, varlık içerisindeki yoksulluğuna katık eylemek zorunda kalmıştı.

Dava yolunda canı pek, gözü kara bir yiğit olarak şehadet peşinde koştururken hissettiği manevi hazzı o yıllardan bu yana hiç yaşamamıştı. Bunları zaman zaman beraberindeki arkadaşlarına da anlatır, zorlu geçen o yıllardaki bu dinginlik ve saadet halinin buruk hatıralarıyla teselli bulmaya çalışırdı.

__ Neler gördük, neler… Feleğin çemberinden geçtik…

Bahadır, ‘Hocam’ diye hitap ettiği Cemal’in bu anılarını çoğu zaman ilgiyle dinliyor, değerli ve pahalıya mal olmuş tecrübeleri ilk ağızdan işitiyor olmaktan da büyük bir memnuniyet duyuyordu. Cemal’in hatıralarının benzerlerinin ancak romanlarda okunabileceğini düşünürdü daima. Evet, ancak romanlarda olurdu böyle şeyler. Cemal’in anlattıkları daha da fazlaydı hatta. Ayrıntılıydı da bir başka ayrıntıyı fark etmişti Bahadır. O da, Cemal’in şu an neredeyse asrı saadet kadar uzak kaldığı, kendi tabiriyle izzet yıllarını her türlü amel ve gidişatına mutlak manada referans olarak kabul etmekteki ısrarıydı. Sadece ısrar da değildi aslında. Kuru bir taassup arz-ı endam eğiliyordu bu anılar perdesinin ardından.

__ Hocam anlattıklarınız güzel ama o güzellikler yaşandıkları dönemle beraber tarihte kaldı maalesef…

Cemal, yaptığı iyilikler karşısında beklediği ölçüde kadirşinaslık gösterilmediğini düşünen huysuz bir ihtiyar gibi hoşnutsuzluğunu belli etmekten kaçınmazdı.

__ Biz çok hadiseler anlattık, yıkıcı darbeler aldık ama şükürler olsun ki belimiz kırılmadı. Eskiden bir fidan gibiydik. Kesildik. Şimdiyse bir orman gibi olduk. Fakat bunları görmek istemeyenlere bilmiyorum nasıl anlatmalı, ne demeli.

Hilmi de Bahadır’ın söylediklerini tasdik ediyor ve doğru bir geçmişin yanlış bir süreç için teminat olmayacağını düşünüyordu.

__ Farkındalık!

__ O da ne Hilmi? Kelime oyununa mı başladık şimdi?

__ Hayır, hayır Cemal abi. Özlediğini ve çok aradığını söylediğin o geçmiş var ya…

__ Eee…

__ O geçmiş ile bir kartopu misali yuvarlanmaya başlayıp şu sıralar çığa dönüşen itikadî ve ilkesel sapmalar arasındaki gece ile gündüz gibi olan apaçık farkın farkına varmak gerektiği hususuna dikkat çekmek istedim.

Yine acımtırak bir tonda ve mahkum edici bakışlar eşliğinde kesik kesik konuşmaya başladı Cemal.

__ Bunu size daha önce birçok kez anlatmıştım. Bizim değerli büyük alimlerimiz ve hoca efendilerimiz var. Onlar kitaba bakar, ictihad eder ve bize istikamet gösterirler. Biz de, bize gösterilen o istikamete doğru ibadet şuuruyla yöneliriz. Onca alim, ulema yanlış bir şey söyleyecek değil ya! Bir parça şüphemiz olsa –haşa ve kella– bizde gerekirse onlara itaat etmeyiz yani… Anlıyor musunuz?

Bahadır, bu mutaassıp tavır karşısında en az Cemal’in hatıralarını dinlediği vakitlerdeki gibi hayretler içerisinde kalmıştı. Öylece şaşırıp kalmıştı bu sözlere.

İnsanın kendi zihnini ve kalbini hem de gönüllü bir şekilde körü körüne bağlılık prangalarıyla zincirleyebiliyor olması dehşete düşürmüştü onu.

Öyle zannediyordu ki sözün tamamını baştan sona kadar dinleyen (ya da dinliyormuş gibi yapan) herkes en sonunda sözün en güzeline tabi olup takip ederek ömrünü de ziynetlendirirdi.

Fakat henüz farkına vardıramadığı bazı hakikatler de vardı, insanı çevreleyen dünyanın asla izin vermediği şeyler var. Aşılmayan duvarlar, tartışılamayan hakikatler, terk edilmeyen alışkanlıklar insanı tevhid akidesinin dışına savurduğu halde bir türlü koparılmayan/kopartılmayan velayet bağları…

Korkular…

Önemli yer tutar, kalıcı izler bırakır insan hayatında. En vahim olanı da kendisini mahkum edip sınırlayan zincirlerden kurtuluş korkusudur. Bu, aynı zamanda tüm toplumun bilinç altına yerleştirilmiş bir korkudur. Toplum ve otorite nezdin de kabul görmeye çalışırken aşınan değerleri, önce pembeleşip sonrada kaybolan kalın kaşlı kan kırmızı çizgileri zaman geçtikçe kimsecikler hatırlamıyor. Soyundukları, rolün hakkını vermek için arkalarına atarak kaybettiklerinin veya terkettiklerinin farkına vardıklarında, ‘eğer…’ ile ‘meğer…’i toplayarak dönüşü olmayacak bir ‘keşke’ sonucunu elde edeceklerinden de bihaber gibiler.

__ Sizler bilmiyorsunuz.

Cemal’di bitkin ve kısık sesiyle sitem ederek söze başlayan:

__ Herkes her şeyi söylüyor ama bizi dinleyen kimse yok!

__ …

__ …

Hem Bahadır’ı hem de Hilmi’yi şaşırtmaya devam ediyordu Cemal. Şaşkınlıklarını daha da artıran bu sözler karşısında ne diyeceklerini bilemedi o an ikisi de.

__ Evelallah biz meydanları da, bu mazlum halkı da kafirlerin insafına ve inisiyatifine terk etmeyeceğiz(!)

Bu son söyledikleri Bahadır’ın zihnindeki Cemal tasavvurunu epeyce sarsmıştı. Şu ana kadar kullandığı ‘hocam’ hitabını dahi içinden gelmediği için kullanmak istemiyordu artık.

__ Cemal Hoca. Meydanlar bu hal üzere sizin olsa ne olacak ki? Kuş beslemişliğin var, bilirsin. Başında ve boynunda kırmızı sarı renkli tüyler bulunan güzel ötüşlü saka kuşunu büyükçe bir kafese koysak özgür mü olur bu halde?

Bahadır’ın kendisine hitap ederken kullandığı her zamanki ifadeyi değiştirdiğini kendisine has yüksek hassasiyetle aniden fark etmişti Cemal. Sözlerindeki soğukluk ortamı serinletmişti hemen.

__ Öyle deme Bahadır. Bilmediğiniz çok şeyler var. Her şeyi de açıkça konuşmak doğru olmaz. Zamanı, sırası geldiğinde her bir şey ortaya çıkacaktır. Bakalım o vakit mahcubiyetten sığınabilecek bir mekan bulabilecek misin?

__ Bu söylediklerin başka bir gezegenden gelen varlıklarla iletişim kurmaya çalışmak gibi bir şey olabilir ancak! Oysa biz memleketimizdeki cemaatlerin, kaç şiddetinde esen siyasal rüzgarlarda hangi istikamete doğru yönelerek evrilip devrildiklerine şahitlik ediyoruz. Tevhid’in duruluğunda ve nezafetinden mahrum kaldıktan sonra değil meydanlar, en yetkili makamlar ve iktidarlar sizin olsa bunların ne değeri olabilir, Allah subhanehu ve teâlâ katında.

__ Allah’ın izniyle çok büyük faydası olacaktır. Hem sana bir şey söyleyeyim. Eğer muvaffak olursak -ki inşallah olacağız- ilk başta bundan istifade edecek olanlar siz olursunuz. Diğer Müslümanlar(!) olur…

__ Böyle bir şeyden Allah’a sığınırız.

__ Ah şu gençlik! Hep anlatıyorum ya, ben de sizin gibiydim vakt-i zamanında.

__ Tevhid akidesinin erginliği ve deruniliğinden uzaklaşıp gayr-i İslamî cereyanların yüzeysel ve hamasi sığlığına mahkum olarak zihinlerin ve yüreklerin boşaltılması zannettiğinden çok daha mühim ve ciddi bir meseledir Cemal Hoca!

Cemal, hiç de alışık olmadığı şekilde yüksek perdeden dile getirilen böyle kuvvetli bir itirazlar karşısında sûkut ederken dudakları titremeye başladı.

Bahadır’ında boyun damarları kanla dolup şişmiş gibiydi.

__ Hasretini çektiğin o maziyi, vurulduktan sonra içi doldurulmuş nadide bir av hayvanının postu gibi her fırsatta ortaya atıyorsun. Rabbanî endişelerle yapılan uyarı ve eleştiriler karşısında sürekli post gösterisi yapıyorsun. Lütfen, artık mazinin boş çıkınını bir kenara atarak çırpındıkça seni dibe doğru çeken bu tehlikeli mecrayı ve feci durumu görüp ayrıl! Göz ve gönül alıcı, aynı zaman da aldatıcı yapay ışıklarını söndür. O zaman hakikatleri daha net görebileceksin…

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver