Ancak Nefsini Tezkiye Eden Felaha Erer

بسم الله الرحمن الرحيم

 Hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a, salât ve selam ahlakıyla bizlere örneklik eden Resûlullah’a, ve onun kutlu âl ve ashabına olsun.

◆◆◆

Nefislerin arındırılması, Allah’ın en çok önem atfettiği meselelerin başında gelir. Çünkü Allah (cc) sırf bunun için resûllerini göndermiş, bu gayeyi gerçekleştirme adına onlara tezkiyeyi emretmiştir. İnsanlara davetini ulaştırdığı daha ilk günlerinde Efendimize nefislerini arındıranların ancak gerçek manada kurtuluşa erebileceğini söyleyen ayetlerini indirmesi bu gerçeğin en açık işaretlerindendir. Rabbimiz, imanın pekiştirildiği Mekke döneminin hemen ilk başlarında Şems ve A’lâ Surelerini inzal buyurarak arınmanın iman edenler için ne kadar önemli ve gerekli olduğuna dikkat çekmiştir. Rabbimiz şöyle buyurur:

قَدْ أَفْلَحَ مَن تَزَكَّى وَذَكَرَ اسْمَ رَبِّهِ فَصَلَّى

“Muhakkak ki arınan kurtuluşa ermiştir. Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.” 1

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا

“Onu (nefsini) arındıran kurtuluşa ermiştir. Onu (küfür ve masiyetle) örtüp gizleyen de zarar etmiştir.” 2

Her iki surede de aynı konuyu ele alan bu ayetlerin Mekke’nin ilk başlarında nazil olduğunu bilmek, meselenin ehemmiyetini kavrayabilme açısından son derece önemlidir.3 Bu nedenle bu iki ayet üzerinde birazcık durmak istiyoruz. Öncelikle Şems Suresi’ndeki ayetleri ele alarak başlayacağız.

Ayetler üzerinde maddeler hâlinde tefekkür yapmadan önce şu hakikati tekrar hatırlatalım:

Geçen satırlarda da ifade ettiğimiz üzere bu ayetin hemen bir gerisinde Rabbimiz (cc) her nefse hem fücuru hem de takvayı ilham ettiğini bildirmektedir. Yani her nefis hem fücuru hem de takvayı aynı anda bünyesinde barındırmaktadır. Bundan dolayı insanoğlu sorunsuz ve kusursuz değildir. Her an suç işleyebilme potansiyeline sahiptir. Onun için kendisinin manevi olarak sürekli bir arınma ve temizlenme ameliyesine ihtiyacı vardır.

Bu gerçeği aklımızın bir köşesinde sürekli canlı tutarak ayetler üzerinde yapacağımız tefekküre geçebiliriz:

1. Rabbimiz (cc) bu ayetinde saf, arı, duru ve tertemiz bir nefse sahip olanları övmüyor. Çünkü bu, bir insan için hiçbir zaman mümkün olmayacaktır. Yani hiç kimse, hiçbir zaman tertemiz ve kusursuz bir nefsin sahibi olamayacaktır. Ne kadar iyi ve kaliteli olursa olsun, onda yine düzeltilecek ve ıslah edilecek yönler bulunacaktır. Ayette övülen, temiz nefis sahiplerinden ziyade nefsini sürekli temizlemeye çabalayanlardır. Evet, Allah ancak nefsini arındırmak için çokça çabalayanları övmekte ve ancak böylelerinin kurtuluşa erebileceğini belirtmektedir. Burası çok önemli bir noktadır.

2. Malum olduğu üzere temiz olan bir şey temizlenmez, arındırılmaz. Arındırma ve temizleme işlemi ancak içinde kir olan, pislik bulunan şeylerde söz konusudur. Demek ki nefis sürekli kötülüklerle içli dışlıdır ve bundan dolayı da insanın her daim bununla mücadele etmesi gerekir. İşte ayet açıkça bu gerçeği, yani sürekli arındırmanın söz konusu olmasından dolayı, nefiste daima bir sıkıntı bulunacağı gerçeğini ifade ediyor.

3. Allah (cc) nefse takvayı ilham ettiği gibi fücuru da ilham etmiştir. Bir insan, nefsinin her daim fücurla içli dışlı olacağını idrak ettiği takdirde onu temizlemenin lüzumuna inanır. Sonra da onun için çabalar ve gayret eder. İşte bu çaba ve gayret, başarının ve kurtuluşun ta kendisidir.

4. Rabbimiz, “Nefsini tezkiye eden mutlaka felaha ermiştir.” buyurarak bu eylemin bizzat kendisini övüyor. Demek ki Allah katında tezkiye çok önemli bir ameliyedir ve bir insanın O’nun katındaki değeri, nefsini arındırmak için çabaladığı orandadır.

5. Arınmak büyük bir uğraş ve sürekli bir çaba ister. Birkaç seferlik denemeler arınmak için yeterli gelmez. Çünkü insanın nefsinde var olan huylar asla tek seferde kazanılmış şeyler değildir. Güzel bir ahlak nasıl ki bir defada edinilemiyorsa kötü bir huy da bir defada terk edilmez. Bunlar için ciddi bir çaba, uzun vadeli bir uğraş ve gayret gerekir.

Bunun ispatı için önce ayetin Arapçasına hızlıca bir göz atacak, sonrasında da başka bir ayetin yardımıyla konuyu bağlayacağız.

Rabbimiz, ayetin orijinalinde “arınma” anlamına gelen زَكَّا/zekkâ” fiilini orta harfi sürekli şeddeli olan bir bâbdan getirerek kullanmaktadır.

قَدْ أَفْلَحَ مَن زَكَّاهَا

“Nefsini tezkiye eden mutlaka felaha ermiştir.”

Bu fiil, erbabının malumu olduğu üzere, “tef’il” bâbından gelmektedir. Bu bâb, bir işin normalin çok ötesinde ve yoğun bir şekilde yapıldığını ifade etmek veya işi yapan kişinin normalin ötesinde bir çaba ortaya koyduğunu belirtmek içindir. Buna göre ayet: “Nefsini çok çabalayarak tezkiye eden felaha ermiştir.” anlamına gelmektedir.

Ayetin devamı da bu gerçeğe işaret eder. Orada Rabbimiz yine tef’il babından gelen bir kelime ile nefsin çokça kötülüğe maruz bırakılması durumunda insanı helake götüreceğini bildirmiştir. Buyurmuştur ki:

وَقَدْ خَابَ مَن دَسَّاهَا

“Nefsini kötülüklere gömen de hakikaten hüsrana uğramıştır.”

Görüldüğü üzere bu ayette de tef’il babından gelen دَسَّا/dessâ” fiili kullanılmıştır. Bu fiil de ortası şeddelenerek getirildiği için yine bir işin normalin çok ötesinde ve yoğun bir şekilde yapıldığını ifade eder. Buna göre anlam “Nefsini kötülüklere gömdükçe gömen hüsrana uğramıştır.” şeklinde olur.

İşte bu fillerin orta harflerinin şeddelenmesinden biz anlıyoruz ki, arınma eylemi de kötülüklere bulaşma eylemi de birkaç seferliğine yapıldığında değil; ancak çok yoğun ve ziyadeli bir şekilde yapıldığı zaman kurtuluşa veya helake neden olur.

Kendisinden yardım alacağımız diğer ayet ise Ankebût Suresi’nin 69. ayetidir. Rabbimiz o ayetinde buyurur ki:

وَالَّذِينَ جَاهَدُوا فِينَا لَنَهْدِيَنَّهُمْ سُبُلَنَا

“Bizim yolumuzda cihad edenlere elbette (en doğru olan) yollarımızı gösteririz.”

Bu ayet de tıpkı Şems Suresi’ndeki gibi, bir şey için birkaç denemenin değil, ona “cihad” denecek kadar ciddi denemelerin olması gerektiğini ifade etmektedir. Bu ayette Rabbimiz (cc), ancak kendi yolunda cihad edenlerin doğru yola eriştirileceklerini beyan etmektedir. Eğer nefsi tezkiye etmek doğru bir şeyse –ki kesinlikle öyle– o zaman bu konuda ciddi bir çaba ve gayret ortaya koymak kaçınılmazdır.

Ayette söz konusu edilen “cihad” kelimesi, ıstılahi anlamından ziyade sözlük manasıyla kullanılmıştır. Çünkü ayet, “kıtal” anlamındaki fiilî cihadın emredilip ahkâmının belirlendiği Medine döneminde değil, daha henüz fiilî cihadın hükme bağlanmadığı Mekke döneminde inmiştir. Bu nedenle onu savaşmak anlamından ziyade “hayırlı olan her hususta ciddiyetle çabalamak” manasında ele almamız en doğru olanıdır.

Buna göre ayeti şöyle meallendirebiliriz:

“Bizim uğrumuzda ciddiyetle ve ellerinden gelen en iyi şekilde çabalayanlar var ya, biz onları mutlaka yollarımıza hidayet edeceğiz.”

Buradan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz ki bir Müslimin Allah katında en doğru ve en sevilene ulaşabilmesi için mutlaka ciddi bir çaba ortaya koyması gerekmektedir. Nefis tezkiyesi, Allah katında en sevilen makama ulaştıran şeylerin başında geldiği için Müslimin bu noktada çokça çabalaması, birkaç denemeyle değil, ardı arkası kesilmeyen daimî ve engin bir azimle gayret etmesi zorunludur. Eğer bu olmazsa birkaç seferlik denemeleri hüsranla sonuçlanır ve “Ben yapamıyorum.” vehmi kendisinde hâkim olarak artık nefsini düzeltme girişimleri akamete uğrar. Bu da hüsranın başlangıcıdır. Bu kötü akıbetle karşılaşmamak için şimdiden uzun soluklu bir maratonda yer aldığımızı psikolojik olarak kabullenmemiz ve bu gerçeği bir an olsun aklımızdan çıkarmadan gereğini yapmamız gerekmektedir. O zaman dünyada da ahirette de gerçek anlamda felah elde etmemiz kaçınılmazdır.

A’lâ Suresi’nde yer alan ayete, yani “Muhakkak ki arınan kurtuluşa ermiştir. Ve Rabbinin ismini zikredip namaz kılan.” 4 ayetine gelince, o da önemli bir detaya işaret ettiği için son derece dikkatle okunması gereken bir ayettir.

Bu ayet de tıpkı Şems Suresi’ndeki gibi nefsini arındıran ve tezkiye edenlerin mutlaka felah bulacağını, dünya ve ahirette kesin bir şekilde kurtuluşa ereceğini ifade etmektedir. Ama sonrasında gelen iki küçük cümle sanki bu arınmanın onlarla beraber daha kolay olacağını ima etmektedir. Yani işin sırrı sanki şu iki şeyde gizlidir: Zikir ve namaz.

Bizler müminler olarak manevi tüm hatalardan arınmak ve nefislerimizde yer etmiş bütün kötü ahlaklarımızdan kurtulmak istiyoruz. İşte bu ayetinde Rabbimiz sanki bize bunun iki tane ipucusu olduğunu göstermekte ve âdeta bize şöyle seslenmektedir:

“Ey kulum! Eğer kötü ahlaklarından kurtulmak ve nefsinde var olan kötülükleri arındırmak istiyorsan Beni zikretmeye ve namaza yönelmelisin. Sen bunları yaparsan nefsini tezkiye etmen daha kolay olacaktır.”

Evet, sanki böyle demektedir Rabbimiz.

Bu nedenle arınma noktasında derdi olan tüm kardeşlerimizin tezkiye yoluna girdiği andan itibaren günlük zikirlerini yapmaya ve namazlarını güzelce kılmaya azami derecede özen göstermeleri gerekmektedir.

Zikir, insanı Rabbine bağlar. Sürekli O’nun varlığını yanında hissetmesini sağlar. Bu da kulu bile bile hataya düşmekten ve yanlışlarda ısrar etmekten muhafaza eder. Çünkü artık o Rabbi ile beraberdir. Rabbi ile beraber olduğunu unutmayan birisi hiç açıkça ve ısrarla hata işleyebilir mi? O nedenle tezkiye yoluna girenlerin zikrullahı5 asla ihmal etmemeleri gerekir.6

Namaza gelince onun arınma yolundaki faydalarını anlatmaya bilmem gerek var mıdır? Onunla alakalı birazcık malumatı olanlar, onun arınmaya nasıl bir katkı sağladığını bilirler. Biz sadece şu ayeti hatırlatarak namazın nefis tezkiyesinde ne kadar önemli bir yere sahip olduğuna işaret etmiş olalım. Rabbimiz buyurur ki:

“Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı dosdoğru kıl. Şüphesiz ki namaz, insanı fuhşiyat ve münkerden alıkoyar.” 7 8

Düzgün kılınan bir namaz hayâsız işlerden ve şeriatça kötü kabul edilen tüm eylem ve söylemlerden insanı uzak tutar. Zaten güzel ahlak dediğimiz şey de bu değil midir? Bu nedenle arınmak istiyorsak namazlarımıza son derece özen göstermeliyiz.

İşte tüm bu anlatılanlardan hareketle şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:

Ancak nefislerini arındırmak için ciddiyetle çabalayanlar ve bu noktada ellerinden gelen tüm gayreti ortaya koyanlar, dünyada gerçek başarıyı elde edebilirler. Ahiretteki başarı ise zaten onların hakkıdır.

“Kim de arınırsa ancak kendi yararına arınmış olur. Dönüş yalnızca Allah’adır.” 9

Arınmak İçin Ne Yapabiliriz?

Ahlakımızı güzelleştirmek için neler yapabiliyorsak, nefsimizi tezkiye etmek için de aynı şeyleri yapabiliriz. Biz “Ahlakımı Güzelleştirmek İçin Ne Yapmalıyım?” başlığı altında bunları maddeler hâlinde zikrettik. Burada onlara ilave olarak şu maddeleri de zikredebiliriz:

1. Faydalı İlim Elde Etmek

Rabbimiz, kendisinden ancak ilim sahibi kimselerin hakkıyla korktuğunu haber vermektedir:

“Allah’tan ancak, âlim olanlar (hakkıyla) korkar.” 10

Allah korkusu arınmanın esasıdır. Bizi bu korkuya sevk edecek şey ise ilimdir. Bu nedenle mutlaka faydalı olan ilme sarılmalı ve sürekli bir biçimde ilmimizi artırmaya çalışmalıyız. Bu, bize nefislerimizi arındırmayı kolaylaştıracaktır.

Ömer (ra) der ki:

“Kişi, evinden üzerinde sanki Tihame Dağları11 kadar günahlar olduğu hâlde çıkar, derken bir ilme ulaşır da korkuya kapılır. Sonra döner ve hemen tevbe eder. Evine üzerinde hiçbir günah kalmamış hâlde gelir. Bu nedenle sakın ha âlimlerin meclislerinden uzak kalmayın.” 12

2. Tedebbürle ve Derin Derin Düşünerek Kur’ân Okumak

Tedebbürle okunan Kur’ân’ın, insan nefsini arındırmada çok önemli bir yeri vardır. Tedebbür, olayların veya ayetlerin arka planını derin derin düşünmek demektir. Bir insan ayetler üzerinde böylesi bir düşünme yaptığında bu, hiç kuşkusuz onun kalbine derin bir etki bırakacak ve kalbine yerleşmiş hatalardan onu arındıracaktır.

Rabbimiz, ancak kalpleri kilitli olan kimselerin Kur’ân’ı tedebbür edemeyeceğini bildirir:

“Onlar, Kur’ân’ı derinlemesine düşünmezler mi? Yoksa, kalpleri üzerinde kilitler mi var?” 13

Kalbimizi arındırmak ve kilitlerini kırmak istiyorsak mutlaka düşünerek Kur’ân okumalıyız. Zaten tedebbürle yapılmayan bir okumada sevaptan bir şey elde edilmez. Ali (ra) der ki:

“İçerisinde tedebbür olmayan bir okuyuşta hayır yoktur.” 14

3. Nafile İbadetleri Artırmak

Farzlara ilaveten yapılan nafile ibadetler, tereddütsüz kalbe en iyi gelen ilaçlardandır. Bu nedenle onları oldukça artırmakta yarar vardır.

Kutsi bir hadiste Efendimiz (sav), Rabbimizin şöyle buyurduğunu haber verir:

“Kulum, kendisine emrettiğim farzlardan daha sevimli bir şeyle bana yakınlık sağlayamaz. Kulum bana nafile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder, nihayet ben onu severim. Onu sevince de (âdeta) onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden ne isterse mutlaka veririm, bana sığınırsa onu korurum.” 15

Allah (cc),bir kuluna âdeta eli ayağı olacak kadar yaklaştığında, o kul hiç günah işleyebilir mi? Veya işlediği günahlar, kendisine yakınlaşan Rabbi karşısında kalbinde kalmaya devam edebilir mi?

Asla!

Bu nedenle bizim Allah’a, Allah’ın da bize yakınlaşması ve yaptığımız duaların anında karşılık bulması için nafile ibadetlerimizi artırmamız gerekmektedir. Bunun nefis tezkiyesindeki rolü azımsanmayacak kadar büyüktür.

4. Gece Namazı Kılmak

Teheccüd namazı kılmak veya benzeri bir takım ibadetleri yapmak için geceleri kalkmak, nefsi arındıran en önemli unsurlardandır. Resûlullah (sav) şöyle buyurur:

“Gece kıyamına dört elle sarılın. Çünkü o; sizden önceki salih kimselerin âdeti, Rabbinize yakınlık vesilesi, kötülükleri örtücü ve günaha düşmekten alıkoyucudur.” 16

Gece kıyamı, hem kalpte var olan günahların izini siler hem de insanı günaha düşmekten korur. Zaten nefis tezkiyesinin gerçekleşebilmesi için günahlardan “arınmak” ve “korunmak” şart değil midir?

İşte gece kıyamı, bunu en iyi şekilde sağlayan ibadetlerden birisidir. Bu nedenle arınma yolunda ihmal edilmesi doğru olmaz.

5. Salih İnsanların Hayat Hikâyelerini Öğrenmek

Bizden önce yaşamış ve nefislerini arındırma noktasında ciddi bir birikim elde etmiş insanların; bu konudaki anılarını, tecrübelerini, çabalarını ve naklettikleri hatıralarını bilmek, tezkiye hususunda insana önemli bir katkı sağlar. Bu nedenle onlardan bize aktarılan kıssaları bolca okumanın gerekli olduğunu düşünüyoruz.

Salih insanların öncüsü Resûlullah (sav) olduğuna göre, hayatı okunması ve öğrenilmesi gereken ilk kişi de odur. Sonra sırasıyla onun ashabı ve ondan sonra gelen güzide insanlardır.

6. Dünyalıklara Fazla Meyletmeme

A’lâ Suresi’nde Rabbimiz nefislerini tezkiye eden kullarının felaha ereceğini ifade ettikten sonra sanki bu tezkiyeye engel olacağı için peşi sıra dünyayı ve onun ahirete tercih edilmesini konu ediniyor. Buyuruyor ki:

“(Hayır, öyle değil!) Bilakis sizler, dünya hayatını tercih ediyorsunuz! (Oysa) ahiret daha hayırlı ve daha kalıcıdır.” 17

Demek ki arınıp felaha erecek insanların dünyadan daha çok ahirete rağbetlerinin olması gerekir. Dünyaya dalan ve onu ahirete tercih eden birinin kalbinin, yumuşayıp öğütlerden etkilenmesi mümkün değildir. Kalbi yumuşamayan biri nefsini nasıl arındırabilir ki?

Dünyaya bağlanmamanın ve onu ahirete tercih etmemenin literatürdeki adı “zühd”dür. Arınma yolunda ilerlemek isteyenlerin zühd ile alakalı etraflıca bilgilerinin olması kaçınılmazdır. Bunun için yazılmış eserleri okumakta fayda vardır.18

7. Ölümü ve Kötü Akıbeti Çokça Düşünmek

Ölümü tefekkür etmek kalbe müthiş fayda verir. Ayrıca arınma konusunda en etkili yollardan birisidir. İnsanı yanlışlarında ısrar etmekten, bile bile günah işlemekten ve uzun emeller peşinde koşmaktan alıkoyar. Resûlullah (sav) şöyle buyurmuştur:

“Lezzetleri yok eden ölümü çokça hatırlayın.” 19

Ölümle beraber kötü akıbeti düşünmenin de arınma ve tezkiyede önemli bir yeri vardır.

Akıbet, ölümün hangi şekilde zuhur edeceğini, iyi bir şekilde mi yoksa kötü bir şekilde mi geleceğini belirleyen son demektir. Buna göre “kötü akıbet” demek, ölüm hâlinin istenmeyen ve sevilmeyen bir şekilde başa gelmesidir.

Bilinmelidir ki kötü bir hâl, kötü bir sonun habercisidir. Çünkü insan, yaşadığı hâl üzere ölür. Arınma noktasında gerekeni yapmayarak günahlara dalan, kötü hasletlerle içli dışlı olan bir kimsenin hayırlı bir akıbet beklemesi dünyanın en şaşılacak işlerindendir. İnsan nasıl bir akıbet istiyorsa bu isteğine uygun bir hayat sürmelidir. Secde ederken ölmek isteyenin en çok yaptığı amel, secde olmalıdır. Oruçlu olarak ölmek isteyenin en çok yaptığı amel, oruç olmalıdır. Zikrederek ölmek isteyenin en çok yaptığı amel, zikir olmalıdır.

Günahlar için de benzer şeyleri söyleyebiliriz.

Bu nedenle siz kimin kötü bir hâl üzere öldüğünü görürseniz, bilin ki o, hayatında nefsine zulmederek ve günahlara dalmış olarak yaşamıştır. Bu nedenle ölürken hüsnühatimeye muvaffak olmaktan mahrum olmuştur.

8. Tevbe ve İstiğfarı Artırmak

Tevbe ve istiğfarın kalbi temizlediğinde şüphe yoktur. Hemen herkes bunun böyle olduğunu bilir. Bu nedenle arınma konusunda yol almak isteyenlerin asla dillerinden düşürmemeleri gereken bir zikirdir, tevbe ve istiğfar.

Tevbe ve istiğfarın kalbi arındırdığının delili Resûlullah’ın (sav) şu buyruğudur:

“Kul bir günah işlediği zaman kalbine siyah bir nokta konulur. Eğer günahtan vazgeçip tevbe ve istiğfar ederse kalbi yeniden cilalanır. O günahı tekrar işlediği/günaha devam ettiği zaman ise o siyah nokta gittikçe büyür. Ta ki kalbi komple istila eder. İşte bu, ‘Asla (onların söylediği gibi değil)! Bilakis kazandıkları (günahlar), kalplerinde pas tutmuş (hakkı anlamalarına engel olmuştur).’20 ayetinde Allah’ın zikrettiği ‘pas’tır.” 21

Eğer kalplerimizin, günahın kir ve paslarından temizlenip arınmasını istiyorsak bol bol istiğfara sarılmalı, sürekli Rabbimizden bizi bağışlamasını talep etmeliyiz.

9. Yalvara Yakara Dua Etmek

Bunu “Ahlakımı Güzelleştirmek İçin Ne Yapmalıyım?” başlığı altında zikretmiştik ama önemine binaen burada bir kere daha hatırlatıyoruz.

Efendimiz (sav) nefsinin arındırılması için şöyle dua edermiş:

اللَّهُمَّ آتِ نَفْسِي تَقْوَاهَا، وَزَكِّهَا أَنْتَ خَيْرُ مَنْ زَكَّاهَا. أَنْتَ وَلِيُّهَا وَمَوْلَاهَا

“Allah’ım! Nefsime takvasını ver ve onu (tüm kötü huylardan) arındır. Sen, onu arındıranların en hayırlısısın. Sen o nefsin velisi ve Mevlasısın.” 22

Biz de bu ve benzeri dualarla Rabbimizden, nefislerimizin tezkiyesini istemeliyiz.

İşte buraya kadar zikrettiğimiz bu maddeler, arınma ve tezkiye konusunda ne yapabileceğimiz konusunda bizlere ipuçları vermektedir. Bunlara sıkıca sarılarak nefislerimizi her türlü kötülükten arındırmaya çalışmalıyız.

Nefis Tezkiyesinin Mükâfatı

Nefislerini tezkiye ile uğraşan ve Allah’a giden yolda kötü olan her şeyden ve her vasıftan arınmaya çalışanlar, çok büyük bir mükâfata hak kazanmışlardır. Bu mükâfatı bizzat âlemlerin Rabbi olan Allah verecektir.

Peki, o nedir?

Şimdi gelin, bu büyük mükâfatın ne olduğunu Tâhâ Suresi’nden öğrenelim.

Rabbimiz (cc), bu surede Firavun ile Musa’ya (as) iman eden sihirbazlar arasında geçen konuşmayı bizlere aktarmakta ve o konuşmada ya sihirbazların dili ile ya da kendi ifadesiyle23 arınan insanların ödülünün ne olacağını anlatmaktadır. Rabbimiz şöyle buyurur:

“Kim de O’na salih ameller yapmış bir mümin olarak gelirse bunlar için yüksek dereceler vardır. Altından ırmaklar akan ve içinde ebedî kalacakları Adn cennetleri… Bu, arınan kimsenin mükâfatıdır.” 24

Görüldüğü üzere bu ayette arınan insanlara, içinde ebedî kalacakları “Adn Cennetleri” vadedilmiştir.

Sen Adn cennetinin ne olduğunu bilir misin?

Adn Cenneti, kendisine girmeyi hak edenlere birçok lüks nimetin verileceği müthiş bir cennettir. Bakın, Rabbimiz o cennetteki nimetleri nasıl anlatıyor:

“Bunlar (var ya); onlara altından ırmaklar akan Adn cennetleri vardır. Orada altın bileziklerle süslenirler. İnce ve kalın ipekten yapılmış yeşil elbiseler giyerler. Orada, sedirler üzerine kurulmuşlardır. Ne güzel bir mükâfat ve ne güzel bir konak.” 25

“(Amellerinin karşılığı) girecekleri Adn cennetleridir. Orada altın bilezikler ve incilerle süslenirler. Ve orada elbiseleri ipektendir.” 26

“Altından ırmaklar akan ve orada her istedikleri olan Adn cennetlerine girerler. İşte Allah, muttakileri böyle mükâfatlandırır.” 27

Nefislerini arındıranlara işte bu cennet ve içindeki bu mükemmel nimetler verilecektir. Bu, gerçekten de çok büyük bir ödüldür.

Ama dikkat ederseniz Tâhâ Suresi’nde, ödül sadece Adn cennetlerini verilmekle sınırlı tutulmamıştır. Aynı zamanda bu cennetleri hak edenlere yanında iki mükâfat daha verileceği söylenmiştir. Bunlardan birincisi “yüksek dereceler”dir. İkincisi de altlarından ırmaklar akan bu cennetlerde “ebedî kalış”tır.

Bir kul Adn cennetine girmekle ödüllendirilebilir. Ama bir de oraya girdiğinde oranın en üst makamlarına sahip olmak vardır. Oraya normal girmekle oranın en üst makamlarına sahip olmak hiç aynı şey olur mu?

Ayrıca oralarda ebedî bir şekilde ağırlanmak da ayrı bir nimet olarak kendilerine bahşedilecektir.

İşte arınan ve nefislerinde var olan kötülükleri tezkiye edenlere vadedilen mükâfat budur.

Bunun için arınma ve tezkiye yapmaya değmez mi?

O hâlde haydi, nefislerimizde var olan kötülüklerden kurtulmaya, kurtulmak için de haydi tezkiye yapmaya!

◆◆◆

Rabbim hepimizi, nefislerimizde var olan tüm kusur ve hatalardan gereği gibi arınan bahtiyar kullarından eylesin. (Allahumme âmin)

Ve’l-hamdulillahi Rabbi’l-âlemin.

1 . 87/A’lâ, 14-15

 

2 . 91/Şems, 9-10

 

3 . Bilindiği üzere tebliğ ve davette insana verilen ilk bilgiler, hayatının sonraki safhalarında hassasiyet üzere olması açısından çok önemlidir. Siz de etrafınızda ilk öğrendiği bilgileri bayraklaştıran ve hayatı sanki sadece o bilgilerden ibaret sayan nice insana şahit olmuşsunuzdur. Mesela, adam etrafından ilk olarak müşriklerin kestiğinin yenmeyeceğini öğreniyor, –her ne kadar hayatında daha önemli hassasiyetler bulunmasa da– en zor şartlarda bile bu bilgisine riayeti muhafaza ediyor. Bu ilk hassasiyet meselesi davet açısından son derece önemlidir. Müslimlerin bunu iyi fıkhetmeleri ve davetlerinde iyi kullanmaları gerekmektedir. Tezkiyenin, davetin ilk sürecinde ele alınması zikrettiğimiz sebepten dolayı çok önemlidir. Allah, daha Mekke’nin ilk günlerinde Müslimlere sürekli arınmayı teşvik ederek hayatları boyunca onların bu hassasiyetlerini muhafaza etmelerini istemiştir. Bu sebeple Mekke’nin ilk dönemlerinde arınmanın ele alınmasını iyi anlamak gerekir.

 

4 . 87/A’lâ, 14-15

 

5 . “Zikrullah” derken, “zikir” derken bununla asla sufilerden bazı güruhların yaptığı ve mutlak surette bidat olan “höykürmeyi” kastetmiyoruz. Bizim zikirden kastımız; Allah’ın ve Resûlü’nün bize öğrettiği veya yapmamıza müsaade ettiği dualar ve virdlerdir. Müslim, hayatının her karesinde Allah ve Peygamberi tarafından kendisine emredilen/tavsiye edilen zikirleri okuyarak Rabbini anmalıdır. Namazını, orucunu veya diğer ibadetlerini nasıl ki Resûlullah’tan öğreniyorsa zikrin nasıl yapılacağını da kesinlikle ondan (sav) öğrenmeli, içerisinde bin bir türlü hurafeler bulunan bir şeyi zikir diye yutturmaya çalışanlara itibar etmemelidir.

 

6 . Bir Müslimin Rabbi ile irtibatını güçlü tutabilmesi için sabah akşam zikirlerinin rolü büyüktür. Sabah akşam Rabbimizi anmayı yine Rabbimiz emretmektedir. Bu nedenle özellikle nefis tezkiyesi için çabalayan kardeşlerimizin kendilerine vakit ayırarak bu zikirlerden mahrum olmamaları gerekir. Bu zikirlere samimiyetle devam edenler, kalplerindeki değişimi kısa sürede fark edeceklerdir.

 

7 . Kul, ne kadar kötülükten ve hayâsızlıktan uzaksa o kadar namazı makbul demektir. Bu, namazımızın sağlamasını yapmak için son derece önemli bir bilgidir. Selefimiz, kötü işlerden uzak durdukları oranda namazlarının kabul edilmiş olduğunu söylerlerdi. İşte bir Müslim bu bilgiden hareketle hayatına bakmalı ve ne kadar kötülükten uzak olduğunu gözlemleyerek namazlarının kabul edilip edilmediğine karar vermelidir.

 

8 . 29/Ankebût, 45

 

9 . 35/Fâtır, 18

 

10 . 35/Fâtır, 28

 

11 . “Tihame Dağları”, Mekke’den Yemen’e uzanan dağlar silsilesidir. İçerisinde uzun ve geniş çaplı olanları vardır. Araplarda bir şeyin büyüklüğü vurgulanmak istendiğinde Tihame Dağına veya dağlarına benzetme yapılırdı.

 

12 . Miftâhu Dâris-Saade, İbni Kayyım el-Cevziyye, 1/77.

 

13 . 47/Muhammed, 24

 

14 . Darimi rivayet etmiştir.

 

15 . Buhari rivayet etmiştir.

 

16 . Tirmizi rivayet etmiştir.

 

17 . 87/A’lâ, 16-17

 

18 . Bu konuda Beka Yayınları’ndan çıkan Emir b. Muhammed El-Medarî’ye ait “Allah’ın Yardımı Ne Zaman?” adlı eserin “Zâhidlerden Olunca” isimli üçüncü risalesi okunabilir. Bu kitap üç risalenin bir araya getirilmiş hâlidir. Son risalesinde zühd konusu çok öz ve hoş bir şekilde ele alınmıştır. Bu konuda bir de Ümmü Reyhane’nin derlediği “Kitabu’z-Zühd ve’l-Ahlak” adlı eser okunabilir. Bu kitap Hüner Yayınları tarafından basılmıştır.

 

19 . Tirmizi, Nesai, İbni Mace ve İmam Ahmed rivayet etmiştir.

 

20 . 83/Mutaffifîn, 14

 

21 . Tirmizi, Nesai ve İmam Ahmed rivayet etmiştir.

 

22 . Müslim rivayet etmiştir.

 

23 . Tâhâ Suresi 74. ayette yer alan “إِنَّهُ/innehu” ifadesindeki zamir hakkında âlimlerimiz farklı kanaatlere sahip olduğu için ayette bu sözü kimin söylediği de hâliyle farklılık arz etmektedir. Eğer 73. ayette sihirbazların sözü bitmişse devamındaki bu sözler Rabbimize aittir. Eğer sözleri bitmemişse o zaman devamındaki ifadeler iman eden sihirbazlara aittir. Biz hangi kavli tercih edersek edelim, bunun pratikte bize hiçbir faydası yoktur. Asıl önemli olan, ayette konu edilen arınan insanlara verilecek büyük mükâfattır.

 

24 . 20/Tâhâ, 75-76

 

25 . 18/Kehf, 31

 

26 . 35/Fâtır, 33

 

27 . 16/Nahl, 31

 

Önerilen makaleler

İlk Yorumu Sen Yap

Cevap Ver